Maksim Gorki’nin önemini ve değerini hiç yitirmeyen Ana adlı devrimci romanı, toplumcu gerçekçi edebiyat türünün en önemli başyapıtlarından biri. Ana, proletaryanın çara ve kapitalistlere karşı, sonunda Ekim Devrimi’ne varan mücadelesini, kendi halinde bir annenin ateşli bir eylemciye dönüşmesi bağlamında anlatır. Roman iki gerçek olayın ekseninde kurgulanır: 1902’de Sormovo’daki 1 Mayıs gösterisi ve bu gösteriye katılanların yargılanması. Gorki, hikâyeyi olayların eylemci kahramanları yerine, bir annenin bakış açısından anlatmayı seçmiştir. Bunun nedeni de işçi sınıfına daha kolay mesaj verme yaklaşımıdır. Gorki, herkesin eylemci olabileceğini ve devrime katkıda bulunabileceğini göstererek işçi sınıfı insanlarının ürkekliğini kırmayı, onları yüreklendirmeyi amaçlamıştır. Ayrıca burjuva sınıfının sağladığı olanaklara sırt çevirerek mücadeleye katılan başka kadınlar da romanda önemli rol oynar. Böylece devrimci mücadelenin, sadece erkeklerin değil kadınların da omuzlarında yükseldiğini Gorki’nin usta üslubundan okuruz.
MAKSİM GORKİ, 1868’de
Rusya’da doğdu. Babasını beş yaşında kaybetti, annesinin yeniden evlenmesi
üzerine büyükbabasının yanına gönderildi. Ancak birkaç ay okula gidebildi;
sekiz yaşından itibaren çeşitli işlerde çok ağır koşullarda çalışmaya başladı.
Böylece Rus işçi sınıfının yaşamını çok yakından tanıdı. Gerçek adı Aleksey
Maksimoviç Peşkov yerine Rusçada “acı” anlamına gelen Gorki soyadını aldı. İlk
öyküsü “Makar Çudra” (1892) Tiflis’te çalıştığı dönemde yayımlandı. Dergilerde
yayımlanan ilk öykülerinin ardından, en iyi öykülerinden sayılan “Yirmi Altı
Adam” ve “Bir Kız”la (1899) birlikte ünü hızla yayıldı. İlk romanı Foma’yı
(1899), Üçler (1900) izledi. Ana (1906)
adlı romanını Rus devrimci hareketine adadı. 1902’de Ayaktakımı Arasında adlı
ünlü oyununu yazdı. “Fırtına Kuşunun Türküsü” adlı şiiri, hem yayımlandığı
derginin (Jizn) kapatılmasına hem de yazarın tutuklanmasına
neden oldu; ancak dış ülkelerden gelen protestoların da etkisiyle Gorki
salıverildi. 1905 Devrimi’nde önemli bir rol oynayan Gorki, 1906’da önce ABD’ye
gitti, ardından İtalya’da yedi yıl siyasi sürgün olarak yaşadı. 1913’te
ülkesine döndü, Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesine ve 1917’de
Bolşeviklerin iktidara gelmesine karşı çıktı. Ancak 1919’dan sonra Lenin
hükümetiyle işbirliği içine girdi. 1913-1923 yılları arasında başyapıtı sayılan Çocukluğum,
İnsanlar Arasında ve Benim Üniversitelerim’den
oluşan otobiyografik üçlemesini yayımladı. Devrim sonrası yaşadığı düş
kırıklıklarından ötürü 1921-1928 yılları arasında İtalya’da kaldıktan sonra
Stalin döneminde Sovyetler Birliği’ne döndü. 1934’te kurulan Sovyet Yazarlar
Birliği’nin ilk başkanı oldu. Toplumcu gerçekçilik olarak adlandırılan edebiyat
yaklaşımının ortaya atılmasına katkıda bulundu. Son dönem yapıtlarının hemen hepsinde
devrim öncesi yılları ele aldı. 1936’da kuşkulu bir ölümle Moskova’da hayata
veda etti.